Fikirler İçin Ölmek: Costica Bradatan’la Söyleşi
Stoacılardan Nietzsche’ye, Loyola’lı Ignazio’dan Montaigne’e bizlere ulaşan hattı takiben, yaşam biçimi olarak felsefe fikrini savunuyorsunuz, fakat buna Laozi’den Nagarjuna’ya bir grup Doğulu düşünürü de ekleyebilirim. Çağdaş felsefenin büyük bir kısmı, sadece akademisyenlerin oynayabileceği soğuk bir oyun haline gelmesiyle, bu boyutu kaybetmiş görünür. Size göre neden böyle? Sebeplerden biri, felsefi olarak yaşamanın akademik felsefe yapmaktan daha zor olmasıdır. Akademik felsefe için lazım olan tek şey belirli bir zekâ seviyesinde olmanız, birkaç sofistike becerilere sahip olmanız ve utangaç
Spinoza ve Kıskançlık
Duyguları ele alışı söz konusu olduğunda, Spinoza’nın çokça eleştiriye maruz kaldığını biliyoruz. Genel kanının aksine Spinoza, duyguların rasyonel bir temeli olduğunu düşünüyordu. Yani duyguların da pek tabii anlaşılabilir, açık bir nedeni olduğuna inanıyordu, yeter ki anlamayı deneyelim. Ona kalırsa, hiçbir duygu –evet, hiçbir duygu– öyle kendi kendine doğamazdı. Kendinde ve kendi için bir duygu yoktu. Her duygu, o duyguyu taşıyan insanla, o insanın gücü ve güçsüzlüğüyle yakinen ilgiliydi. Duygular, rastgele oluşan şeyler değildi. Onlar bizim
Foucault’nun Mirası: Frédéric Gros’yla Söyleşi
Frédéric Gros, Michel Foucault’nun Collège de France derslerinin editörü, Michel Foucault (1996) ve Foucault et la folie (Foucault ve Delilik, 1997) adlı yapıtların yazarıdır. İlk çalışmalarında delilik ile sanat arasındaki ilişkiye ilgi duymuştur (Création et folie [Yaratım ve Delilik], 1998). Hapishanede yıllarca eğitim verdikten sonra cezalandırma hakkının felsefi temellerine bir kitap hasretti (Et ce sera justice: Punir en démocratie [Adalet Yerini Bulsun: Demokraside Cezalandırma], 2001). Yanı sıra başka metinleri de mevcut: États de violence: Essai
İktidar ve İnsanın Konumlanış Biçimi
Bir şeyin tanımı olgusal olarak herkesin zihninde aynı olabilir mi? Hak, hukuk, adalet gibi sistemlerin işleyebilmesi için tanımlanan olguların insanlar tarafından aynı şekilde algılanması gerekir ki gerçeklikler ortaklaştırılabilsin. Herhangi bir eylem ya da eylemsizlik sadece iktidara göre suç sayılıyorsa, o iktidarın boyunduruğunda yaşayan herkesin gerçeklik algısında kaymalar başlar. Artık neyin suç olup neyin olmadığı muğlaklaşır ve insanlar her an suçlu olarak tanımlanabilecekleri o ince çizgide yürürler. Bu yürüyüşte yalnızdırlar ve şüphe içindedirler. Herkes birbirinin polisi olmuştur.
Mutlulukta Bir Devrim
Mutlu olmayı herkes ister. Bu talep, ondan öncesine değilse bile Sokrates’e kadar gider. Onun girişiminden bu yana, iki bin yılı aşkın süre içinde, evrensel bir hakikat gibi ender bir konum edinmiştir. Günümüzde, bunun doğruluğunun kanıtı her yanımızı sarmış durumda; gelişen kendine yardım endüstrisinde, ruh halini değiştiren farmasötik ilaç kültüründe, hatta yüksek öğrenimde. 2018’de New York Times’ta yayımlanmış bir makale, bini aşkın öğrencinin, onların mutluluğun yolunu, daha tatmin edici bir yaşam sürmenin yolunu öğretmeyi amaçlayan “Psikoloji ve
Demokrasi Tanrılar İçindir
“Demokrasiler neden başarısızlığa uğruyor?” Son birkaç yılda bu soruyu kitaplarda, fikir yazılarında, ana haber programlarında ve giderek gerginleşen kamusal müzakerelerde çokça işittik. Fakat kendimi neredeyse hep başka bir soruyla cevaplarken buluyorum: Neden başarısızlığa uğramasınlar ki? Bu konuda elimizdeki tek doğru rehber olan tarih, demokrasinin nadide ve geçici olduğunu bize göstermiştir. Demokrasi, neredeyse esrarengiz biçimde şanslı bölgelerin birinde veya başkasında saman alevi gibi parlar, ardından aynı gizemle gözden kaybolur. Gerçek demokrasinin gerçekleştirilmesi güçtür ve bir kez gerçekleştirildi mi,
Duyguları Tekleştirme Çabası
Duyguların açığa çıkış şekli, yaşadığımız birtakım olayların vücudumuzda, mimiklerimizde zuhur ediş biçimidir diye düşünebiliriz. Peki herhangi bir duyguya nasıl girilir? O duyguya girmemize sebep sadece o an yaşadığımız olay/olaylar silsilesi midir; yoksa bu duygunun oluşmasına yol açan bir altyapı var mıdır? Bu duygunun tekliği veya süreğenliği olabilir mi, böyle bir durumun tek bir gerçekliği var mıdır? Bunu uyuşturucu kullanan insanlarda görebiliriz; belli bir süre içinde sürekli yaşıyormuş gibi olduğu duygunun aslında başka bir gerçeklik olduğunu. Tek bir gerçekliği olsaydı yoksunluğu bu kadar keskin