Okumalar

Antonin Artaud, düşüncesinin çokboyutluluğundan ötürü belirli bir konuma oturtulamamış, düşünce tarihinde yeri sabitlenememiş bir şahsiyet, figür. Tabii bundan kasıt, düşüncesinin bir merkezinin olmaması değil yalnızca. Örneğin Walter Benjamin söz konusu olduğunda olan şey gibi, düşüncenin bir “merkezi yapıt”ının yokluğundan söz etmiyoruz. Daha ziyade, bu düşüncenin pek çok formda belirmesinden bahsediyoruz. Artaud aynı anda romancı, felsefeci, şair, ruhbilimci, hatta oyuncu olarak görülebiliyor ki bunların hepsi ama tabii hiçbiri de. Benzer şekilde, bir tiyatrocu o fakat geleneksel anlamıyla ...

Fahrenheit 451, bir kitabın tutuşmaya başladığı sıcaklıktır. Kitabı, tepkimeye giren reaktif bir madde kılar. İçindeki karbonu karbondioksite, hidrojeni su buharına, kükürdü kükürtdioksite dönüştürür. Bunlar maddenin doğasına dair bazı değişmez gerçekler. Bir de insanın doğasına (varsa böyle bir şey) dair, çağlar boyu süregiden bir gerçek, bir utanç verici ritüel var: Kitap yakmak. Nedir bir kitabı şiddetli ısılarda tahripkâr değişimlere iten güdülenim? M.Ö. 200’lerde Çin Hanedanlığı niçin Konfüçyüsçü bilginlerin kitaplarını (ve bizzat kendilerini de) yaktı? 1200’lerin ortasında Moğollar Bağda...

Görünmez Kentler’in[1] Diomira’sına gelen gezgin, şehrin bütün güzelliklerine, tüm yolculukları sırasında karşılaştıklarıyla aşinadır. Aşinalığın getirdiği tanışık olma hissi, aynı akşamı daha önce yaşadığını ve o kez mutlu olduğunu anımsayan biriyle şehirde karşılaştığı an bozulur. Tanışıklık, yerini huzursuz (kitapta kıskançlık olarak geçer) bir hisse bırakır. Duygular arasındaki bu geçişi ortaya çıkaran tetikleyicinin ne olabileceğine dair düşünmek bana kalırsa oldukça ilgi çekici. Bende canlanan şekliyle gezgin, şehrin bir sakini olan anımsayan kişi karşısınd...

Ahmed Midhat Efendi’nin 1882 yılında Tercüman-ı Hakikat gazetesinde tefrika edilen Dürdane Hanım eserinin baş karakteri Ulviye, Osmanlı edebiyatının ilk cross-dresser[1] “süper kadın”ı[2] ve anti-kahramanı olarak adlandırılabilirse, Virginia Woolf’un 1928’de yayımlanan romanıyla aynı ismi taşıyan karakteri Orlando da İstanbul’da cinsiyet değiştiren ilk roman kahramanı olarak tanımlanabilir. Ahmed Midhat öyküsüne, okuyucuyu Galata gece hayatı dekorunun ve medias res tekniğiyle kurgu...

Latin Amerika edebiyatının kuşkusuz ilk akla gelen isimlerinden biri olan Gabriel García Márquez, Paris Review dergisine verdiği röportajda edebiyatı marangozluk işi olarak tanımlar. Yazmayı masa yapmak kadar zor bulan yazara göre, gerek marangoz gerekse yazar gerçek bir malzemeyle çalışır ve bu malzemeyi bir forma sokmak için çabalar. Márquez'in yazmanın dinamiklerini anlattığı röportajında sıklıkla vurguladığı konu, kaliteli edebi eserlerin yoğun çalışmaların ve adanmışlıkların bir sonucu olduğu gerçeğidir. Proust'a yapılan atıf ise dikkat çekicidir: Yazma eylemi yüz...

2019 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nde düzenlenen Ulusal Hikaye Anlatıcılığı kongresinde, “Edebiyatta Çocuk Anlatıcı” başlığıyla sunduğum bildirinin ardından hiç beklemediğim bir soruyla karşılaştım: Çocuk edebiyatı savaş, göç, ölüm gibi zor konulara gerçekten yer vermeli mi? Çocuk edebiyatının “çocuğa göre” ve “çocuk gerçekliği”ne dayanıyor olması artık bilinen bir gerçek. Çocuğun algılarıyla şekillendirdiği kendi gerçeğinde ölüm de var ayrılık da. Bir dinleyicinin yönelttiği bu retorik soruya verilecek evet cevabından çok daha önemlisi sunulacak gerekçelerdi. Üz...

"Amerika'da her zaman dipsiz bir duygusal yoksulluk ve insan hayatının, insan dokunuşunun uyandırdığı dehşet tarafından vurulmuşumdur. Neredeyse hiçbir Amerikalı kamusal duruşu ile özel hayatı arasında herhangi bir canlı, organik bağ kuramayacak gibi görünmektedir. Özel hayatın bu başarısızlığı, Amerikan kamu yönetimi ve siyah-beyaz ilişkileri üzerinde her zaman en yıkıcı etkiye sahip olmuştur. Amerikalılar öz benliklerinden bu kadar korkmasalardı, Zenci Sorunu dedikleri şeye asla bu kadar bağımlı olmazlardı."

(James Bal...

Freud’un unheimlich sözcüğünü ödünç alarak konuşmak gerekirse, tekinsiz zamanlara bir yenisi daha eklendi. Son on yıl içerisinde yerinden yurdundan edilen binlerce insan evsiz bir yaşama geçerken, sınır tanımayan bir virüs evi, koruyan, kollayan, can veren kutsal bir mekâna dönüştürdü. Sıcak yuva romantizmini uzun yıllar önce kaybetmiş olan ev, yeniden birçok kişinin hikayesinin ana karakteri ve dahası kahramanı olarak sahneye çıktı. Evin hayatlarımızdaki yerini ve temsil ettiği değerleri sorguladığımız hararetli tartışmaların, uzun yazıların ardından...

Kırmızı Başlıklı Kız masalının en eski versiyonunun Fransız yazar Charles Perrault’nun kaleme aldığı 1697 tarihli masal olduğu bilinir. Oysaki Perrault’dan çok önce Fransız kırsalında anlatılagelen Conte de la mere-grand (The Grandmother’s Tale) masalı Fransız folklorüne ait en eski Kırmızı Başlıklı Kız anlatısıdır. Bu en eski anlatıda ana karakter ne kırmızı bir başlık takar ne de yoldan geçen bir avcı tarafından kurtarılır. Kurallara uymanın ve itaatkar olmanın alt metin olarak verilmediği bu versiyon tam anlamıyla bir kadın anlatısıdır.

<...


“Ah, bu küçük teferruat… İki üç çizgi, birkaç konuşma parçası, işte size bütün bir hayat…”[1]

Kitap sayfası çevirir gibi bir görsel hikayeden diğerine atlarken rastladığımız anlık kesitler; kamerasını çocuğuna, kedisine çevirenler, rengarenk filtre özellikleriyle estetik görsellik yakalamaya çalışanlar, gif eklemeleriyle “yüzünde güller açtıranlar”, artırılmış gerçeklik efektleriyle kendisini mısır koçanına çevirenler… Anlık ve 24...