Öykü

Daima başucundaki etajerin üzerinde duran şamdan yerinde değildi. Gıcırdayarak açılan çekmeceden el yordamıyla bir mum buldu, etajerin üzerinde duran kibrit kutusunu alışkın bir hareketle eline aldı, bir kibrit yaktı ve mumun fitilini tutuşturdu. Çevresi, dalgalanan yumuşak sarı bir ışıkla aydınlandı. Uyandıktan hemen sonra parlak elektrikli ampüllerin çiğ ışığı hassas gözlerini acıtırdı. Ayrıca mum ışığında oynaşan gölgesinde kendini çocukluğunda, şatoda kardeşleriyle birlikteymiş gibi hayal etmeyi seviyordu. Eşyaların üzeri toz kaplıydı, her zaman temizliğe gelen kadın bir süredir gelmemiş o...

Sabahtan beri kırkyama örtüyü sabunlu soğuk suya batırıp batırıp çıkarıyorsun, şarap lekesi bir türlü çıkmıyor. Bu Kemal’in Karadeniz’in dalgaları gibi iniş çıkışları yok mu, insanın hakikaten dengesini bozuyor. Kemal tutkulu adam tabii; öfkesi de sevmesi de tutkulu. Masanın üstünden sana kontrolsüzce sarılırken, kulağına seninle bir ömür yaşamak istediğini fısıldarken, dirseği kadehe çarptığında şarabın örtüye dökülüşü hiç önemli değildi ki senin için. Sabah, belindeki gamzelerine bir öpücük kondurup giyinip gitmesi yok mu... Ne yapacaksın, salonun ortasında çıplak halde, dakikalarca masanın ...

Sağanak yağmurun altında, dar ve kıvrımlı bir yolun ortasındayız. Burnuma ıslak çimen kokusu geliyor. Uzun yolun ilerisinde hafif bir sis var, ondan ötesini göremiyorum. Yolun her iki yanındaki çalılar, kapalı ve yağmurlu havada aslında olduklarından daha da koyu görünüyorlar. Yağmur ve esen rüzgârdan üşüyen ellerim bisikletimin gidonunu sıkıca kavrıyor. Dönüp Sena’ya bakıyorum. Bir eli bisikletinin gidonunda, diğer eliyle yüzüne düşen ıslak saçlarını geriye doğru atarken dikkatle önüne bakıyor. Pedalı hep aynı hızda çevirmeye çalışıyorum. Yağmurdan çamurlaşmış toprak buna en büyük engel. V...