Fikirler İçin Ölmek: Costica Bradatan’la Söyleşi

Fikirler İçin Ölmek: Costica Bradatan’la Söyleşi

Stoacılardan Nietzsche’ye, Loyola’lı Ignazio’dan Montaigne’e bizlere ulaşan hattı takiben, yaşam biçimi olarak felsefe fikrini savunuyorsunuz, fakat buna Laozi’den Nagarjuna’ya bir grup Doğulu düşünürü de ekleyebilirim. Çağdaş felsefenin büyük bir kısmı, sadece akademisyenlerin oynayabileceği soğuk bir oyun haline gelmesiyle, bu boyutu kaybetmiş görünür. Size göre neden böyle?

Sebeplerden biri, felsefi olarak yaşamanın akademik felsefe yapmaktan daha zor olmasıdır. Akademik felsefe için lazım olan tek şey belirli bir zekâ seviyesinde olmanız, birkaç sofistike becerilere sahip olmanız ve utangaç olmamanızdır. Önceki filozof nesillerinin durumunda olduğu gibi, özellikle okumuş veya alim biri olmanız bile gerekmiyor. Günümüzün anaakım filozofları arasında, bilhassa İngilizce konuşan dünyada, edebi, tarihsel, kültürel veya sanatsal cehalet kimi zaman olağanüstü. Daha da çarpıcı olan ise bu felsefecilerin çoğunun bu halde iyi hissetmeleri; bunu hakikaten de açık fikirlilik göstergesi veya komplekslerinin olmaması olarak anlıyorlar. Ne var ki felsefi olarak yaşamak büsbütün başka bir meseledir. Katıksız zekâdan çok daha fazlasını gerektirir: dürüstlük, cesaret, alçakgönüllülük, sabır, karakter. Felsefi olarak yaşamak için kendinizi bir kobay olarak kullanmaya hazır etmelisiniz, ki bu her zaman keyifli değildir. Aynı zamanda, yol boyunca karşılaştığınız övücü olmayan gerçeklerle yüzleşme cesaretine sahip olmanız gerekir – örneğin, şöyle bir düşündüğünüzde, sığ, boş ve çekilmez biri olmaktan başka bir şey değilsiniz; biraz retorik anlamda değil derin, gerçek, ezici anlamda hem de. Bunu anlamışsınızdır ve eğer dürüstseniz, bununla yüzleşmek durumundasınızdır. Sizi çıldırtacak ya da intihara sürükleyecek türden bir gerçektir bu. Sizi bekleyen felsefi yaşam budur ve bunu yapmanın neden günümüz filozofları arasında pek popüler olamadığını açıklığa kavuşturur.

Bir diğer sebep, yaşam biçimi olarak bu şekilde felsefe yapmanın bütün yaşam sistemimize meydan okumasıdır: Modern toplumlardaki haliyle insan yaşamının yönetilme, örgütlenme ve hatta yaşanma şekline karşı çıkar. Bir yaşam biçimini ne düzgün şekilde sınıflandırabilir, niceliğe dökebilir ve etiketleyebilirsiniz ne de bürokratik şekilde onu yönetebilirsiniz. Bu filozofları neye göre “sıralayacaksınız”? “Etki faktörlerini” nasıl bulacaksınız? Yaptıkları şeyi “destekleyen algoritmayı” nasıl belirleyeceksiniz? Bunu yapmadığınız takdirde, dünyamızda yeriniz yoktur.

Fikirler İçin Ölmek (2018) kitabınızda şöyle diyorsunuz: “Felsefenin, asıl halinde, nihai sınamasına vardığında, sıradan alışkanlıklarını (konuşmak, yazmak veya ders vermek) terk edip başka bir şeye dönüşmesi gerekir: performansa, bedensel performansa… Fikirler İçin Ölmek’te, daha önce sergilenmemiş bir tutumla, filozofların ölmekte olan bedenlerini, düşünüşlerinin sınanma zemini olarak inceliyorum. Dolayısıyla bu filozoflar, onları ‘güzel ve etkili’ (eloquent) ölümlere götüren bir yol seçerler, ki bu ölümler onların felsefi çalışmalarının zirvesi olarak bilahare oluşturulmuştur.” Daha sonra, kitabınızda bu kavramı, fikirleri için veya fikirleri çizgisinde ölen ünlü filozofların yaşamları üzerinden analiz ediyorsunuz. Ölümün, dilsel olarak ifade edilmese de felsefi bir argüman olabileceğini ileri sürüyorsunuz. Kimi zaman böyle oluyor, fakat bir dilden kaçma çabası bizi düpedüz bir dile konumlandırıyor belki de. Bu bakımdan ölümün farkı var mıdır?

Esas anlamda, evet, ölüm dilden kaçıyor veya başka şekilde söyleyecek olursak, ölüm dilin ötesinde bir uzamda meydana geliyor. Elbette ölüm korkumuzdan, başkalarının ölümüne dair duygu ve kaygılarımızdan filan bahsedebiliyoruz – ama ölümün kendisi önemli ölçüde dile meydan okur. Bunu, örneğin Leo Tolstoy’un romanı İvan İlyiç’in Ölümü’nde (1886) görürsünüz. Tolstoy, şüphesiz en hünerli ve kavrayış sahibi yazarlardan biridir ama yine de o bile oraya gitmeye cüret edemez. Kahramanının ölümüne dahil etmez bizi. Kitabı birçok şeyle alakalıdır: İvan İlyiç’in hayatı, ailesi, kariyeri ve arkadaşları, hastalığı – İvan İlyiç’in ölümü dışında her şeyle alakalıdır! Nihayetinde ölüm kısa süreliğine beliriverir, sadece yazarın değil ölümü ifade edecek olan dilin öneminin sinyalini veriyormuşçasına. Böylece, kitabın sonunda dilin ölümü zapt etmedeki başarısızlığının tam anlamıyla canlı bir performansına ulaşırız. Bu da sanırım İvan İlyiç’in Ölümü’nün en büyük marifetlerinden biri. Tolstoy’un kitabını daha da derinleştiren bir alçakgönüllülük etkisidir.

Müzikte, sanatta veya dinde ya da şiirde farklılıklar olabilir, zira şiir sırf dilden ibaret değildir. Veya gündelik yaşamda da farklılıklar olabilir. Her şeyden söz etmemize gerçekten gerek yok. Belki de önemli şeyler hakkında susmak gerekir. Ölüme yaklaşmanın en iyi yolu bu olabilir.

İkinci Dünya Savaşı’ndaki Kamikaze pilotları veya dini teröristler gibi “saldırgan şehitler”den bahsediyorsunuz. Fyodor Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sındaki Raskolnikov’un işlediği “felsefi cinayet” hakkında ne düşünüyorsunuz? Öldürmek felsefi bir performans olabilir mi?

Ne güzel bir soru! Bu örnek kesinlikle felsefi bir performans fakat Dostoyevski’nin tasavvur etmekle yetindiği bir örnek. Sorunuz, bana ileride yazmak istediğim bir kitabı hatırlattı: hiç ete kemiğe bürülü halde var olmamış ama tasavvur edilmiş tüm büyük filozofların tarihi. Bu tarihin gerçek filozofların tarihinden daha ilgi çekici ve daha canlı olduğu sonucunu verebilir! Raksolnikov’dan bahsettiniz fakat Dostoyevski yeraltı insanı İvan Karamazov ve Ecinniler’de Tanrı’nın var olamayacağına ikna olduğu için “mantıksal intihar”a girişen Kirilov karakterlerini de yarattı. Dahası, Dostoyevski’nin filozofları günümüz birçok filozofundan farklı olarak ödlek değildir: felsefelerini uygulamaya koyar, bedenlerini tehlikeye atarlar ve bunu yaparak bedel öderler – birini öldürür, intihar ederler, şeytanla yüz yüze gelip delirirler. Derinlik, ihtişam ve cesaret sahibidirler, her ne kadar fiziksel mevcudiyetleri bulunmasa da.

Fikirler için ölmek ile özgür irade arasındaki ilişki kafamı karıştırdı. Hakkında yazdığınız ölümlerin çoğu, Sokrates, Hypatia ve Bruno’nunki gibi, tam olarak seçim meselesi değil, her ne kadar durumları ölen filozofların fikirlerine mükemmelen uysa da. Benzer şekilde, kimi biyolojik olaylar, düşünürleri kendi düşünceleriyle uyumlu hale getirmek üzere, ilahi bir anlatıcının görünmez eli tarafından yazılmış gibidir – Nietzsche’nin deliliği, Spinoza’nın intihar girişimi, Wittgenstein’ın engin mirasını reddetmesi, belki de hatta Heidegger’in Nazizmi. Felsefenin bir “performans” ve “yaşam biçimi” olması durumunda, felsefe aynı zamanda kolektif bir iş midir?

Görünmez el, aklımız olsa gerek, zira esasen hikâyelere ve kahramanlara ihtiyacımız var ve bu kahramanların, hikâye anlatma sanatının belirli kural ve kalıpları takip ederek belirli tarzda davranmalarına ihtiyacımız var. Hypatia harika bir örnektir: kendisi ve ölümü hakkında çok az şey biliyoruz.[1] Yine de onun hikâyesini yüzyıllar boyu her defasında yeni detaylar, farklı vurgular ve yeni bir mesaj ekleyerek anlatageldik. Her nesil bu hikâyenin kendisine ait bir versiyonunu anlatır: Hıristiyanlık karşıtı Hypatia, feminist Hypatia, muhalif Hypatia, Aydınlanma figürü Hypatia, ateist Hypatia, kadınların özgürleşmesi için savaşan Hypatia ve benzer şeyler. Dolayısıyla, evet, diğer şeyler gibi bu filozofların da payına kendimize anlattığımız hikâyelerde oynayacak bir rol düşüyor. Ayrıca bu hikâyeler biz nefes aldığımız sürece yaşamsaldır, zira bir şeyi ancak onu bir hikâyenin içine yerleştirerek anlamlı kılabiliriz.

Olgular değişmese de hikâyeler değişebilir. Fikirler için ölmek, aynı zamanda filozofların fikirlerini bir daha değiştirmemeleri için son bir çaba olabilir mi?

Öyleyse, bu filozoflar ölmekle nihai olarak kararlarını vermişlerdir! Bundan daha iyisini söyleyebileceğimi sanmıyorum. Mükemmel! Teşekkür ederim!

Söyleşi: Francesco D’Isa
Çeviri: M. Taha Tunç


Not: Bu söyleşi geçtiğimiz günlerde Philosophy Now’da yayımlanmıştır. Söyleşi ilk olarak L’Indiscreto adlı İtalyan dergisinde yayımlanmış, daha sonra bir kısmı İngilizceye çevrilmiştir. Çeviri için yazarlardan izin alınmıştır.

Costica Bradatan: Teksas Teknoloji Üniversitesi’nde Beşeri Bilimler Profesörü ve Avustralya’daki Queensland Üniversitesi’nde Fahri Felsefe Profesörüdür. Türkçeye çevrildiğinde oldukça ilgi gören Fikirler İçin Ölmek: Filozofların Tehlikeli Hayatları’nın yazarıdır. Yazıları genellikle başarısızlık, inanç, tevazu üzerinedir.

Francesco D’Isla: Felsefe ve görsel sanatlar eğitimi aldı. Son romanı La Stanza di Therese 2017’de yayımlandı. L’Indiscreto adlı dergide yayın yönetmeni olmakla birlikte, farklı dergilerde yazıp çiziyor. Çalışmaları İtalya ve dışındaki sanat galerilerinden sergilenmiştir. gizart.com


[1] Yeni Platoncu matematikçi İskenderiyeli Hypatia, MS 415 yılında bir piskoposun teşvik ettiği bir güruh tarafından öldürülmüştür. (İngilizce editörün notu)

Kapak Görseli: Camilla Engstrom

Yoruma yanıt