Felsefe

Günlük hayatın ne olduğunu sorduğumuzda aklımızda bir isimden çok bir fiil dizisi canlanır. Öncelikle günü düşünürüz ama aynı zamanda gün içinde yaptığımız şeyleri düşünmekten alıkoyamayız kendimizi. Sanki bir şey bizi günü soyutlamaksızın, tüm somutluğunda düşünmeye iter. Her ne kadar kimileri günü düzenli (rutin çalışma) kimileri ise düzensiz yaşasa da (aylaklık etme), herkes şu ya da bu şekilde, az ya da çok bir şeyler yapar yaşamak için. Bu anlamda günlük hayat bir tür pratikler bütünü olarak düşünülebilir. Günlük bazda yapılıp edilendir günlük hayat. Fakat günlük hayatta yapılıp edilen...

Yürümek eyleminin sadece bedenimde deneyimlediğim fiziksel bir aktiviteden ibaret olmadığını erken bir zamanda keşfetmişim. Özellikle lise yıllarında yaşadığım şehrin küçük olması sebebiyle, az ve bataklık üstüne inşaat–deprem ikilisinin çıktısı alçak binalar, eğer doğru sokakları seçerseniz bomboş, geniş yollar ve dolayısıyla göz alabildiğince uzanan gün batımı bir şanstı. Eğer kulaklığım yanımdaysa son keşfettiğim şarkıları keyifle dinlerken, gökyüzündeki renklerin zaman içerisinde değişip birbirine karışmasını ve bulutların arasından şehre inen ışıkları izlerdim. Bir yandan hayal gücümün fa...

Gilles Deleuze, virtüel kavramını özel bir anlamda kullanıyordu. Bu anlam, öncelikle “potansiyel” kavramının anlamından tamamen farklı, hatta ona zıttır. Potansiyel, mantıksal mümkünatı temel alan bir kavram. Yani potansiyel kavramının perspektifinden her şey “mümkün”, her şey zira potansiyel, son kertede “mümkünat dahinde olan” demek. Yani belirsiz bir mümkünlüğe referans veriyor ister istemez. Örneğin unicorn diye bir şeyin olması mümkün. Böyle bir “şey”in varlığı yadsınamıyor, yalnızca “şimdilik” var olmadığı belirtilebiliyor. İşte bu yadsınamazlık, potansiyelin kendisi...

Siyaset, eğitim, sinema, edebiyat gibi farklı alanlara dair yazdıklarıyla tanınan çağdaş Fransız filozof Jacques Rancière’in felsefesinin temelinde yer alan “duyulurun paylaşımı” kavramına ilişkin metninden bir parçayla birlikte çevirmenin “Rancière ve Estetiğin Diğer Anlamı” başlıklı notunu okura sunuyoruz.

* * *

Anlaşmazlık’ta[1] siyaset, “duyulurun paylaşımı” (partage du sensible) dediğiniz şeyden hareketle soruşturuluyor. Bu tabir sizin nazarınızda estetik pratikler ile siyasal pratikler arasındaki ...

Nietzsche’nin yazım tarzı, onu ister istemez farklı farklı temalara, tekrar tekrar döndürüp duruyordu. Merhamet, evlilik, ahlak, intikam, kahkaha, yazarlık, bunlardan yalnızca birkaçı. Parçalı bir yazma stiline sahip olması, yani ele aldığı konuyu nihai bir sonuca bağlamamaktaki ısrarı, ister istemez yazısını tematik tekrarlarla doldurup taşırıyordu. Bu açıdan Nietzsche’nin, kitabından kitabına, bütün bir külliyatı boyunca kendi konu ve buna mukabil sorunlarını keşfettiğini de pek tabii söyleyebiliriz. Kendine has tekrarının farkını, yani tekrarındaki farkı olumlayan ...

Annemizi ne kadar iyi tanıyoruz? Ya da kendimizi? Çünkü burada “anne” sözcüğü bir doğuranı işaret etmekten ziyade; sizi, mitolojiyi, aşkı ve gündelik alışkanlıklarımızı dahi kapsayan bir kavrama dönüşüyor. İçinde bulunduğumuz toplumun (haliyle o toplumu oluşturan bireylerin) kadın ile olan sorunu, (ki bunun bir tanımama sorunu olduğunu artık kavramış bulunuyoruz) bireyin, neden bir birey olmak için gereken şartlara kavuşamadığını; eksiklikler taşıyan bir toplumun neferleri haline nasıl geldiğimizi açıklıyor.

Yanımız...

Gündelik hayatta çoğumuz yaygın bir varsayım üzerinden yaşıyoruz. Varsayıyoruz ki bedenimiz tenimizde son buluyor ve varlığımız bireyselliğimizin sınırları içine mahkûm. Zannediyoruz ki benliğimiz ancak dış faktörlerden arındırılmış saf ve içe dönük bir çerçevede tanımlanabilir; içimiz ile dışımız arasında net bir ayrım var. Peki ya böyle bir ayrım yoksa? Ya bu genelgeçer varsayımlar birer yanılsamadan ibaretse? Ya bedenimiz tenimizde son bulmuyorsa; varlığımız bireyselliğimizle sınırlı değilse; benliğimizi içe kapanık halde tanımlamak zor...

Görsel sanatlar da tıpkı edebiyat gibi, uçsuz bucaksız bir psikolojik gözlem kaynağı sunmaktadır. Dostoyevski romanı okurken yazarın belleğine misafir olduğumuz gibi, ressamın resmine bakarken gerek figürlerde/formlarda gerek renklerde, ortaya koyulan yaratımın bütün duygusunda ve bütün zekasında, yaratanın bilincine dair ipuçlarına şahit olmak kaçınılmaz bir hal alır.

Peki dönüp kendi belleğimize yani kendi hatıra depomuza baktığımızda ve burada insanlığın ortak paydası olan soruları sorduğumuzda, bu deponun romanla...

Stoacılardan Nietzsche’ye, Loyola’lı Ignazio’dan Montaigne’e bizlere ulaşan hattı takiben, yaşam biçimi olarak felsefe fikrini savunuyorsunuz, fakat buna Laozi’den Nagarjuna’ya bir grup Doğulu düşünürü de ekleyebilirim. Çağdaş felsefenin büyük bir kısmı, sadece akademisyenlerin oynayabileceği soğuk bir oyun haline gelmesiyle, bu boyutu kaybetmiş görünür. Size göre neden böyle?

Sebeplerden biri, felsefi olarak yaşamanın akademik felsefe yapmaktan daha zor olmasıdır. Akademik felsefe için lazı...