Mutlulukta Bir Devrim
Mutlu olmayı herkes ister. Bu talep, ondan öncesine değilse bile Sokrates’e kadar gider. Onun girişiminden bu yana, iki bin yılı aşkın süre içinde, evrensel bir hakikat gibi ender bir konum edinmiştir.
Günümüzde, bunun doğruluğunun kanıtı her yanımızı sarmış durumda; gelişen kendine yardım endüstrisinde, ruh halini değiştiren farmasötik ilaç kültüründe, hatta yüksek öğrenimde. 2018’de New York Times’ta yayımlanmış bir makale, bini aşkın öğrencinin, onların mutluluğun yolunu, daha tatmin edici bir yaşam sürmenin yolunu öğretmeyi amaçlayan “Psikoloji ve İyi Yaşam” adında Yale Üniversitesi’nde verilen bir derse kayıtlı olduğunu açıkladı. 2014 yılında “Mutluluğun Bilimi” adlı çok büyük bir çevrimiçi ders Berkeley’deki California Üniversitesi’nde ilk kez çıkmıştı. Bu ders yaygınlaşmaya da devam ediyor.
Mutluluğa, özellikle de nasıl mutlu olunacağına dair bol miktarda kitap, makale, podcast ayrıldı. Gruplardansa apaçık bir biçimde bireylere hitap ederek kişisel mutluluğa, özel alanda hoşça vakit geçirmeye odaklanıyor bunlar. Bir bir, herkes mutlu olsun!
Buna karşın, Hannah Arendt’in “kamusal mutluluk” dediği mesele çağdaş kültür üzerine düşünüp yazanlar tarafından büyük ölçüde göz ardı edilmiştir. Görünen o ki siyaset ve mutluluk artık birbirine yakışmıyor. Sokrates’in tasarladığı haliyle paylaşılmış siyasal bir deneyim olarak kolektif mutluluk, büyük ölçüde meselenin dışında kalır.
Fakat şunu soruyorum: Düpedüz bireysel mutluluğun sonucu olarak değil, tam da birlikte olup birlikte hareket etme deneyimi bizi mutlu ettiği için birlikte mutlu olabilir miyiz? Arendt’in cevabı evet idi, aklında ise ABD’yi meydana getiren tarihsel bir olay vardı: Amerikan Devrimi.
Arendt’in konuya dair spekülasyonu karmaşıktır. Temel tezi, Antik Yunanlarca keşfedilen fakat sonrasında iktidarı tahakküm olarak anlamaya varan bir uygarlık tarafından unutturulan kamusal özgürlük deneyiminin, yeniden yüzeye çıkmak için 18. yüzyıla ve Amerikan Devrimine dek beklemesi gerektiğine yöneliktir. Arendt, kurucuların kamusal mutluluktan kesin bir şekilde konuşmaya mecbur olduklarını iddia etti, zira kamusal özgürlüğü deneyimliyorlardı – bizi mutlu eden, uyum içinde hareket etmeye yönelik bir deneyim, Arendt’in işaret ettiği gibi “insanın, dünya baskısından canı istediği zaman kaçtığı içsel bir alem değil antikitenin, özgürlüğün peyda olup herkese görünür hale geldiği saha olarak bildiği kamusal alan veya piyasaya” özgü bir şey.
Arendt’e göre bu, “Bağımsızlık Bildirisi’nin devredilemez insan haklarından biri olarak beyan ettiği o meşhur ‘mutluluğun peşinden koşma’” ilkesinde önemli bir iz bırakır.
Gelgelelim, Arendt kamusal mutluluğun yeniden keşfiyle bağlantılı olan devrimci ruhun Amerikan Devriminin çok ötesine geçtiğini açıklığa kavuşturur. Söz konusu ruh, Arendt’in yaşamı boyunca (Polonyalı Marksist devrimci Rosa Luxemburg’un katılımcı siyasetinde; işçi konseylerinin doğuşunda; Macar Devrimi, Prag Baharı ve diğer hareketlerde) tanık olduğu ve hakkında yazdığı siyasal özgürlüğün talim ve takibine yönelik bir tür şablonun, modern çağın kıymetli bir mirasının yerini alır. Arendt, kamusal mutluluk deneyiminin, özgürlüğün maddi bir gerçeklik olarak göründüğü siyasal bir alanın açıklığına insanların katılım gösterdiği her yerde bulunabileceğini ileri sürdü.
Arendt’in görüşünü anlamak, bizleri bugünkü hareketlerin ve siyasi eylemlerin –toplumda sürekli olarak özgürlük ve eşitliğe erimini genişletmeye çalışan radikal demokrasi deneyimlerinin– farkına varmaya geçit vermeli. Milyonlarca kadının enerjik ve neşe dolu siyasi direniş gösterilerinde Washington ve dünya üzerindeki yüzlerce şehirde bir araya geldiği Haziran 2017’de gerçekleştirilen Kadınlar Yürüyüşü; 2018 yılında silahlı şiddeti protesto etmek için özgürce konuşma hakkını kullanmak üzere toplanan farklı çevrelerden gençlerin bulunduğu Florida ve başka yerlerde yapılan March for Our Lives (Hayatımız İçin Yürüyoruz); son olarak Avrupa ve ABD’nin her yanına yayılmış olan otoriter, dışlayıcı retorik ve politikalara karşı çıkan çok sayıda hareket dahil edilebilir buna.
Arendt, 1960’larda düzenlenmiş, henüz keşfedilip Thinking Without a Bannister (Tutunmadan Düşünmek) başlıklı derlemede yer verilen bir dersinde, Amerikan Devrimine katılanlar için şöyle yazmıştı: “Özgür olma deneyimi, yeni bir şeye başlama ile örtüşür, daha doğrusu bunlar derinlemesine birbirine karışmıştır… ve belli ki, bu esrarengiz insan yeteneği, yeni bir şeye başlama kabiliyeti, her birimizin doğum aracılığıyla yeni-gelen (newcomer) olarak dünyaya katılmamız olgusuyla alakalıdır. Başka bir deyişle, başlıyor olduğumuz ve dolayısıyla başlayan olduğumuz için bir şeye başlayabiliriz.” Zira doğum “bütün siyasetin zorunlu (sine qua non) ontolojik koşuludur,” der Arendt, “devrimin anlamı, insanın en büyük ve en temel gizilgüçlerinden birinin hayata geçirilmesi, yeni bir başlangıç yapmak için eşi bulunmaz özgür olma deneyimi olmasıdır.”
Kamusal mutluluk, alenen yeni bir şey yaptığımızda olan bir şeydir. Yine de çok iyi biliyoruz ki kamusal mutluluk daimi ve su götürmez değildir. Bu kırılganlığa karşın, birlikte hareket etmek, tek başımıza tadını çıkardığımız bir şeyin aksine, elle tutulur bir mutluluk deneyimi bahşeder. Kamusal mutluluğa, insanların özgürlük uğruna hareket ettikleri, bu yüzden de eylemlerinin “doğuşu”nun tadını aldıkları yerde ve zamanda rastlanır.
Thomas Jefferson ve John Adams’ın devrim Amerika’sında özgürlüğü deneyimledikleri dönemlerde, İngiltere’de bulunan filozof Jeremy Bentham yönetimlere de yol göstermesi gereken aksiyomu, “sayıca çok insanın mutluluğunun” doğru ve yanlışın ölçütü olduğuna yönelik aksiyomunu detaylandırıyordu. Fikir, mutluluğu toplumsal bir iyilik hali olarak, (devletten beklenen) sağlık, refah ve güvenliği yerinde olan bireylerin toplamı olarak tasarlayan birçok faydacı ve liberal düşünür tarafından benimsenmişti.
Bugün, pek az istisna olmakla birlikte, siyasetçilerimiz, tek tek insanların arzu ettiği varsayılan iyilik hali miktarını belirlemeye ve düzenlemeye takılıp kalmış görünüyor. Kültürümüzü istila eden bireysel mutluluğa yönelik neredeyse takıntılı ilgiyi yeniden düşünmemiz lazım. Amerikalılar uluslarının doğuşuna sebep olan devrimi nasıl göklere çıkarıyorsa, bizim de kolektif eylem aracılığıyla ortaya çıkan keyif dolu doğum duygularını yeniden keşfetmeye yönelmemiz gerekiyor.
Evet, mutlu olalım – ama alenen, siyaseten, hep birlikte.
Çeviri: M. Taha Tunç
Not: Bu yazı, ilk kez “A Revolution in Happiness” adıyla The New York Times’ta yayımlanmıştır. Türkçe çevirisi için yazardan izin alınmıştır.
Kapak Görseli: Ehsan Abdollahi (A Bottle of Happiness)