Foucault’nun Mirası: Frédéric Gros’yla Söyleşi
Frédéric Gros, Michel Foucault’nun Collège de France derslerinin editörü, Michel Foucault (1996) ve Foucault et la folie (Foucault ve Delilik, 1997) adlı yapıtların yazarıdır. İlk çalışmalarında delilik ile sanat arasındaki ilişkiye ilgi duymuştur (Création et folie [Yaratım ve Delilik], 1998). Hapishanede yıllarca eğitim verdikten sonra cezalandırma hakkının felsefi temellerine bir kitap hasretti (Et ce sera justice: Punir en démocratie [Adalet Yerini Bulsun: Demokraside Cezalandırma], 2001). Yanı sıra başka metinleri de mevcut: États de violence: Essai sur la fin de la guerre (Şiddet Devletleri: Savaşın Sonuna Dair Deneme, 2010) ve Le Principe sécurité (Güvenlik İlkesi, 2012).
Le Monde gazetesinden Nicolas Truong, Michel Foucault’nun mirası hakkında Frédéric Gros ile söyleşiyor.
Michel Foucault neden günümüzde entelektüeller tarafından çokça kullanılan “alet çantasına” sahip çağdaş düşünürlerden biri haline geldi?
Foucault’nun düşüncesi oldukça çeşitlidir, en sıkıca oturmuş akademik duvarlara meydan okuyup kör dogmatizmi ve indirgemeci tekparçacılığı reddeder. Örneğin, Foucault’nun düşüncesi hem dilin yapılarının, iktidar mekanizmalarının hem de özne etiğinin yeniden sorgulanmasının yolunu aynı zamanda açar… Özgündür, zahmetlidir, kendisinin indirgemeci sloganlara veya kusursuz hakikatlere sıkıştırılmasını reddeder. Bu anlamda, ayrım hatları yeniden çizilmiş, kimlikler yeniden şekillenmiş olduğundan değişim çağımıza oldukça uygundur.
Dijital çağların genelleşmiş gözetim evreninde, Foucault’nun yapıtı düşünce ve eylem açısından hangi kapsamda kullanışlı bir tetikleyici olabilir?
Foucault’nun cezalandırıcı topluma dair büyük çalışmaları, her şeyden önce bizi artık daha az dikey, daha demokratik ve bilhassa artık antropolojik istikrar yüklü olmayan denetimin yeni biçimlerine maruz bırakan dijital yönetimselliği, karşıtlık ve kıyas yoluyla resmetmemize olanak verdiği için kullanışlıdır. Günümüzde dijital insan iştirak eder, kendisinin gözetiminin baş failidir. Dijital toplum, karşılıklı hale gelmiş bir denetim biçimi halini alıyor. Foucault’yla birlikte işleyen “büyük veri” tehdidini düşünmemiz, Foucault’yu kendimize esas almamız ama onun yapabileceğinden daha ileriyi görmemiz lazım bugün. Zira denetim çağının bir hayli ötesine geçmiş bulunuyoruz. Güvenliğe ilişkin yeni kavramlar bundan böyle bireyleri hapsetme ve normatif bilinç değil, daha ziyade izlenebilirlik ve algoritmik fişlemedir. Benzer şekilde, benliğin büyük çağdaş tezahürlerini incelemeye ihtiyacımız olsa bile, bunlar Foucault’nun herhangi siyasal angajmana eşlik eden şey olarak gördüğü benliğe yönelik ağırbaşlı ve ısrarcı Yunan kaygısına indirgenemez. Benlik kaygısı, özgürlüğüne şekil vermekten, edilgen bir şekilde olaylar tarafından sürüklenmeye bırakılmak yerine kararlardan sorumlu tutulabilir olmak için eyleme geçmeden önce benlik üzerine düşünsemekten başka bir şey değildir. Özgürlüğün bu ifadesi isterik medyanın, değerinizi takipçi sayısıyla ölçebildiğiniz yerlerin benliğe yönelik hürmetinden bambaşka bir şeydir.
Nasıl oldu da bu fikirler radikal Sol kadar neoliberal Sağa, Antonio Negri kadar François Ewald’e de ilham verdi?
Çünkü bu yapıt normatif değil, daha ziyade betimseldir. Yeni kavramlar (“özneleşme teknikleri”, “yönetimsellik”, “biyopolitika”) icat eder fakat bu nosyonların nasıl kullanılması gerektiğine dair kurallar koymaz. Modernliğimizin benzeri görülmemiş soybilimlerini ileri sürer fakat yargıda bulunmayı kendisine yasaklar. Üstelik, her kişi kullanımlarının sorumluluğunu almak durumundadır: felsefe, temelde bu yenileme hareketinden başka bir şey değildir. Foucault bu suskunluğu normatif önermelerde bulunarak durmaksızın teşhir eder ve birçok kişiye göre bu, Foucault’nun yapıtının sınırını ifade eder. Aynı zamanda, görevlerini neyi yapıp neyi yapmamak gerektiğini anlatmak olduğunu düşünen entelektüellerin herhangi bir eksiği olmayacaktır asla.
Bu entelektüellerin hiç bitmeyen kaygısının iktidarın bilmeceleri olmadığını, daha ziyade itaatin gizemleri olduğunu söyler miydiniz?
Benlik kaygısına dair son dönem çalışmalar, siyaset probleminin aynı zamanda siyasal özne problemi olduğuna işaret eder. “Benlik ilişkisi”nden bahsetmek her bir kişinin ben’ine dönmesine bir davet değil fakat daha ziyade iktidar problemini farklı bir yoldan koymaktır: Bir buyruğu yerine getirmeye veya bir emri reddetmeye olanak verme üzerinden benlikle kurulan bu ilişki nedir? Biz itaatin saikleri problemini koyar koymaz, otorite lehine doğrulamalar alanındayızdır. Foucault itaat kiplikleri problemini koyar, zira bu düzeyde bir soruşturma itaatsizlik ihtimalini gerektirir.
Yapıtını yeni bir doxa olarak sunarak, Michel Foucault’nun heykellerini dikme riskiyle karşı karşıya kalmıyor muyuz? Jacques Derrida’dan Jean Baudrillard’a, Jürgen Habermas’tan Régis Debray’ye, Marcel Gauchet’den Claude Quétel’e, eleştirmenlerden hangisi daha verimli?
Dediğiniz gerçekten bir risk, özellikle de ölümünün otuzuncu seneyi devriyesi olarak belirttiğimiz şu zamanda. Fakat Foucault’nun yapıtı, takip edilmesi gereken kuramsal bir modelden ziyade, farklı şekilde düşünmeye bir davet olarak değerlendirilmelidir. Aynı zamanda, tuhaf bir biçimde, yapıtının sürekli devinim halindeki, sonu gelmez sorgulamaya açık bu dinamik yanı, bir ortodoksi kurmayı zorlaştırmıştır. Bahsettiğiniz eleştirmenlerin kendisi Foucault’nun yapıtının algılanışının parçası artık. Tarih, bunlardan hangisinin nihai önemde olduğuna karar verecek.
Çeviri: M. Taha Tunç
Not: Bu söyleşi ilk olarak 2014 yılında Le Monde’da yayımlanmış, daha sonra İngilizceye çevrilmiştir. Türkçeye İngilizcesinden çevrilmiş, daha sonra Fransızcasıyla karşılaştırılmıştır.
Frédéric Gros: Türkçede Yürümenin Felsefesi’yle tanıdığımız yazar, Michel Foucault üzerine çeşitli kitaplar yazmış, derslerinin editörlüğünü yapmıştır. Son olarak 2018’de Le Guérisseur des Lumières adlı bir romanı yayımlanmıştır.
Kapak Görseli: Le Monde