Mimari Üslupta Süreklilikler
Kamusal alanda mimarlık, özellikle 19. yüzyıldan itibaren bir kimlik inşası aracı olarak kullanılmasıyla dikkat çeker. Yapılar, ulusun kendisini nasıl görmek ve göstermek istediğini, geçmişiyle nasıl bir bağ kurduğunu ve geleceğe dair nasıl bir vizyon ortaya koyduğunu da yansıtır; iktidarın ideolojik ve politik söylemlerini mekânda görünür kılan bir araç haline gelir. Osmanlı’nın son döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında da bu durum farksızdır. 20. yüzyılda filizlenen ve literatürde “Birinci Ulusal Mimarlık Akımı” olarak anılan neoklasik üslup, Cumhuriyet’in
Aykırı Bir Dilin İktidarı
Yazarlar ve şairler hayatı eserleri üzerinden okur, gerçekliği dil üzerinden anlatır, kendi gerçeklerini yaratırlar. Metnin anlamını yazarın niyetiyle paralel düşünen ve metinde geçenleri yazarın/şairin aklından geçenler olarak yorumlayan Roland Barthes öncesi düşünceler, edebiyatta bağımsız yazar figürünün metnin önüne geçmesine ve hatta metni gölgede bırakmasına sebep oldu. Klasik yazarcı düşünceye göre yazar, metinde mutlak otoriteye sahip, okuru yönlendiren ve düşündüren kişidir. Barthes’tan sonra edebi eleştiri gerek şiir gerek düzyazı ve hatta dramada ortaya çıkan farklı türleri
Foucault’nun Mirası: Frédéric Gros’yla Söyleşi
Frédéric Gros, Michel Foucault’nun Collège de France derslerinin editörü, Michel Foucault (1996) ve Foucault et la folie (Foucault ve Delilik, 1997) adlı yapıtların yazarıdır. İlk çalışmalarında delilik ile sanat arasındaki ilişkiye ilgi duymuştur (Création et folie [Yaratım ve Delilik], 1998). Hapishanede yıllarca eğitim verdikten sonra cezalandırma hakkının felsefi temellerine bir kitap hasretti (Et ce sera justice: Punir en démocratie [Adalet Yerini Bulsun: Demokraside Cezalandırma], 2001). Yanı sıra başka metinleri de mevcut: États de violence: Essai
İktidar ve İnsanın Konumlanış Biçimi
Bir şeyin tanımı olgusal olarak herkesin zihninde aynı olabilir mi? Hak, hukuk, adalet gibi sistemlerin işleyebilmesi için tanımlanan olguların insanlar tarafından aynı şekilde algılanması gerekir ki gerçeklikler ortaklaştırılabilsin. Herhangi bir eylem ya da eylemsizlik sadece iktidara göre suç sayılıyorsa, o iktidarın boyunduruğunda yaşayan herkesin gerçeklik algısında kaymalar başlar. Artık neyin suç olup neyin olmadığı muğlaklaşır ve insanlar her an suçlu olarak tanımlanabilecekleri o ince çizgide yürürler. Bu yürüyüşte yalnızdırlar ve şüphe içindedirler. Herkes birbirinin polisi olmuştur.
Demokrasi Tanrılar İçindir
“Demokrasiler neden başarısızlığa uğruyor?” Son birkaç yılda bu soruyu kitaplarda, fikir yazılarında, ana haber programlarında ve giderek gerginleşen kamusal müzakerelerde çokça işittik. Fakat kendimi neredeyse hep başka bir soruyla cevaplarken buluyorum: Neden başarısızlığa uğramasınlar ki? Bu konuda elimizdeki tek doğru rehber olan tarih, demokrasinin nadide ve geçici olduğunu bize göstermiştir. Demokrasi, neredeyse esrarengiz biçimde şanslı bölgelerin birinde veya başkasında saman alevi gibi parlar, ardından aynı gizemle gözden kaybolur. Gerçek demokrasinin gerçekleştirilmesi güçtür ve bir kez gerçekleştirildi mi,