Meta-Modernizm ve İronik Dilin Samimiyeti
Sanatta her yapının yıkıldığı ve yıkıma mecbur olduğunun savunulduğu post-modern durum sonrasında dünya, oldukça dağınık ve elbette bireyci bir hal aldı. Ancak modernin sistemli ve programlı duruşu da her daim kitleleri cezbetmeye devam etti. Bugün ise yöntemden ve sonuçtan değil, süreçten ve andan beslenen post-modernin sadece şöhret olmuş birkaç yapıt yerine her gün yeniden oluşturulduğu aşikar.
Peki bugünün post post modern durumu öncüllerinden bağımsız olarak tanımlanamaz mı? Elbette gelinen nokta birçok kez remodernizm, rekonstrüktivizm, yeni samimiyet, yeni garip nesil, milenyum sonrası, anlatıların yeniden doğuşu gibi başlıklar altında tanımlanmaya çalışıldı. Meselenin onu tanımlamadan çok, yaşarken öğrenme, yaşam biçimine ve özellikle de diline yansıtma olduğunun farkındalığı ise belki de en çok sosyal medya hesaplarının yoğun kullanımıyla başladı. Çünkü artık herkes kendi hikayesinin kahramanı ve hikayesinde ancak istediği kişilerden bahsediyor. Kendini de onları da aynı anda hem oldukları gibi hem de olmak istedikleri gibi gösterebiliyor. Günün, anın diliyle paylaşılanların içindeyse geçmişten mutlaka bir söz, bir ses ya da bir görüntü var.
Artık herkes yazar, herkes yönetmen, herkes oyuncu. Birlikte oynamanın verdiği güven ama aynı zamanda kimin sözünün kime değdiğiyle ilgili şüphe ile ironi bazen samimiyetten, çoğu zaman da onu aşarak varlığını ortaya koyuyor.
Profesyonel anlamda da 2. Dünya Savaşı sonrası susan, küsen, derdini absürt bir şekilde gizli kapaklı anlatmaya çalışan yazarların yerini gerçeği -sadece gerçeği- söyledikleri konusunda adeta yemin eden (kurmaca ya da gerçek karakterlerle) anlatıcılara başvuran yazarlar aldı.
Artık postmodernistlerin yaptığı gibi geçmişin büyük anlatılarını ve ideolojilerini yapısızlaştırma ihtiyacını hissetmiyoruz. Ancak bu, ‘modern’ heves veya naifliğe geri döndüğümüz anlamına gelmez. Bunun yerine, (modernist) idealizmimizi (postmodern) bir kuşkuculukla destekliyoruz: büyük anlatılar anlatılıyor, ancak içlerinde gizlenebilecek tehlikeler hakkında bir farkındalık var.[1]
Timotheus Vermeulen ve Robin Van Den Akker’ın Notes on Metamodernism[2] makalesinde bu post post modern dünyadaki ‘yeni samimiyet’ anlayışı meta-modernizm olarak tanımlanıyor. Vermeulen ve Van Den Akker, sinemada zaaflarını yönetemedikleri için trajik bir sona giden karakterleri değil, hikayenin merkezine tam olarak bu zaafları koyarak onlarla, yani kendi hikayelerindeki anlarla alay eden Charlie Koffman, Wes Anderson, Michel Gondry gibi yönetmenleri örnek vererek bu anlatıcıların hem samimi hem ironik bir dil taşıdığını söylüyor. Bu tanımlarında da Jerry Saltz’dan etkilendiklerini belirtiyorlar;
Şimdi sanattan korkmayan ve utanmayan genç sanatçılar, ciddiyet ve kayıtsızlık arasındaki ayrımı sadece yapay olarak görmezler; aynı zamanda gördükleriyle ironik ve samimi olabildiklerini kavrarlar ve bu bileşik-karmaşık zihinsel durumdan sanat yaparlar.[3]
Notes on Metamodernism makalesinde de geçen film eleştirmeni James MacDowell’ın “tuhaf sinema” olarak tanımladığı örnekler de bunu destekler nitelikte. MacDowell; bağımsız Amerikan sinemasının yeni trendi olan bu “tuhaf sinema”yı, 90’ların sarkastik ve tarafsız sinemasının aksine, yetişkinlerin çocuksu bir naiflikle alaycı gerçekliği geri kazanma çabası olarak tanımlıyor. Ve bunu tanımlarken de aynı amacı taşıyor olsa da post-moderni aşan ya da aşmaya çalışan remodernizm, rekonstrüktivizm, yenileme, yeni samimiyet, yeni garip nesil vb. eğilimlerin yetersiz kaldığını savunuyor. Ayrıca bu “tuhaf”lığın aslında bir “avangard” ya da “acayip” kadar büyük ve ani bir tuhaflık değil sanki bir yerlerden tanıdık ama yine de bir şekilde tuhaf gelen bir dil taşıdığını söylüyor.[4]
Özellikle 90’larda ortaya çıkmaya başlayan ve artık ilk zamanki naifliğinden çok da öteye geçmeyen ve asla bir janr olmayan bu “tuhaf” dilin bir anlamda yeni bir romantizm anlayışı olarak da tanımlanabileceğini savunan Vermeulen ve Van Den Akker, romantizmin özündeki “asla gerçekleştirilemeyeceğini kabul ederken, sonlu olanı sonsuza çevirme çabası”[5] üzerinde duruyor.
İlk bakışta popülist modern örneklerden çok da farklı görünmeyen Amelie (2000), Tenenbaum Ailesi (2001), Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004), Me, You and Everyone We Know (2005) gibi filmlerin ve çok daha yakın bir örnek olan Fleabag (2016-2019) gibi dizilerin en önemli özelliği şimdiye, şimdiki zamana, o ana olan vurguları. Yani bir anlamda geçmişin de geleceğin de şimdi içinde eridiğini ‘o an’ın samimiyeti ve ironisiyle göstermeleri.
Vermeulen ve Van Den Akker, meta-modernizmi modern ve post-modern arası bir salınım olarak tarif ederken, bunun modern bir coşku ile post-modern bir ironi arasında, umut ve melankoli arasında, naiflik ve bilgelik, empati ve kayıtsızlık, birlik ve çoğulculuk, bütünlük ve parçalanma, netlik ve belirsizlik arasında salındığını söylüyorlar. Onlara göre meta-modern; arzular arasında kalmış modern ve her duyuya açık şüpheci post-modern arasındaki gerilimden oluşur.[6]
Meta-modern üzerine bu teoride sanatın farklı dallarındaki eleştirilerin de katkısı var şüphesiz. Post-modern durumun alametifarikası sayılan performans sanatı da bu tanımı düşünürken yeniden gözden geçirilmesi gereken dalların başında geliyor.
Oyuncu olarak ünlü olmaya başladıktan sonra 2012 yılında bir kısa film çeken ve kısa filminin 2007 yapımı bir çizgi romanın aynısı olduğunun anlaşılması üzerine Twitter başta olmak üzere sosyal medyadan özür ve beyanlarda bulunan Shia LaBeouf, bunun en “ünlü” örneği. Kısa süre sonra bu sosyal medya mesajlarının da onun orijinal sözleri olmadığı, daha önce başka ünlüler tarafından paylaşılan sözler olduğu anlaşılır.
Tüm medyanın onu kötülemesi zirvedeyken ise LaBeouf, 2014 Berlin Film Festivali’nde Nymphomaniac’ın galasında görünür. Aslında tam da görünür diyemeyiz. Çünkü LaBeouf’un başında bir karton torba vardır ve üzerinde “Artık ünlü değilim” (I am not famous anymore) yazıyordur ve sarhoş olduğu belli olan haliyle katıldığı filmin basın toplantısında bu sefer de eski Manchester United oyuncusu Eric Cantona’nın 1995’teki mahkumiyetinden sonra bir basın toplantısındaki sözlerini kullanır: “Martılar trolü takip eder, çünkü sardalyaların denize atılacağını düşünürler.” Ve sürekli artan bu intihal tartışmaları giderek daha da yayılır. LaBeouf ise tüm bunların meta-modernizm manifestosundan ilham alınarak oluşturulan bir hayat performansı olduğunu belirtir.
Bugünün post post modern sanatı tam da kendine has özelliği olan anın parlatılmasına uygun olarak, geçmişinden gelen izleri de bir yerlerin belli ederek, elbette post-truth etkisini de içinde barındırarak, hangi sözün kime ait olup olmadığı konusunda soru işaretleri bırakırken kendi hikayelerine (sosyal medyada olduğu gibi) odaklanan ve kendi hikayesindeki marazları hakkı yenilmez bir samimiyet ve bolca ironi ile gösterenlerin, dillerini tam da bunun üzerine kuranların sanatıdır.
[1] Timotheus Vermeulen and Robin Van Den Akker “Notes on Metamodernism” Journal of Aesthetics and Culture 2.0/2010
[2] a.g.e.
[3] Jerry Saltz, ‘‘Sincerity and Irony Hug it Out’’, New Yorker Magazine, 27 May 2010
[4] J. MacDowell, ‘Notes on Quirky’, Movie: A Journal of Film Criticism 1:1 (2010), http://www2.warwick. ac.uk/fac/arts/film/movie/contents/notes_on_quirky.pdf
[5] Timotheus Vermeulen and Robin Van Den Akker “Notes on Metamodernism” Journal of Aesthetics and Culture 2.0/2010
[6] a.g.e.
Kapak Görseli: Michael George Haddad