Hasan Cem Çal

Günlük hayatın ne olduğunu sorduğumuzda aklımızda bir isimden çok bir fiil dizisi canlanır. Öncelikle günü düşünürüz ama aynı zamanda gün içinde yaptığımız şeyleri düşünmekten alıkoyamayız kendimizi. Sanki bir şey bizi günü soyutlamaksızın, tüm somutluğunda düşünmeye iter. Her ne kadar kimileri günü düzenli (rutin çalışma) kimileri ise düzensiz yaşasa da (aylaklık etme), herkes şu ya da bu şekilde, az ya da çok bir şeyler yapar yaşamak için. Bu anlamda günlük hayat bir tür pratikler bütünü olarak düşünülebilir. Günlük bazda yapılıp edilendir günlük hayat. Fakat günlük hayatta yapılıp edilen...

Antonin Artaud, düşüncesinin çokboyutluluğundan ötürü belirli bir konuma oturtulamamış, düşünce tarihinde yeri sabitlenememiş bir şahsiyet, figür. Tabii bundan kasıt, düşüncesinin bir merkezinin olmaması değil yalnızca. Örneğin Walter Benjamin söz konusu olduğunda olan şey gibi, düşüncenin bir “merkezi yapıt”ının yokluğundan söz etmiyoruz. Daha ziyade, bu düşüncenin pek çok formda belirmesinden bahsediyoruz. Artaud aynı anda romancı, felsefeci, şair, ruhbilimci, hatta oyuncu olarak görülebiliyor ki bunların hepsi ama tabii hiçbiri de. Benzer şekilde, bir tiyatrocu o fakat geleneksel anlamıyla ...

Gilles Deleuze, virtüel kavramını özel bir anlamda kullanıyordu. Bu anlam, öncelikle “potansiyel” kavramının anlamından tamamen farklı, hatta ona zıttır. Potansiyel, mantıksal mümkünatı temel alan bir kavram. Yani potansiyel kavramının perspektifinden her şey “mümkün”, her şey zira potansiyel, son kertede “mümkünat dahinde olan” demek. Yani belirsiz bir mümkünlüğe referans veriyor ister istemez. Örneğin unicorn diye bir şeyin olması mümkün. Böyle bir “şey”in varlığı yadsınamıyor, yalnızca “şimdilik” var olmadığı belirtilebiliyor. İşte bu yadsınamazlık, potansiyelin kendisi...

Nietzsche’nin yazım tarzı, onu ister istemez farklı farklı temalara, tekrar tekrar döndürüp duruyordu. Merhamet, evlilik, ahlak, intikam, kahkaha, yazarlık, bunlardan yalnızca birkaçı. Parçalı bir yazma stiline sahip olması, yani ele aldığı konuyu nihai bir sonuca bağlamamaktaki ısrarı, ister istemez yazısını tematik tekrarlarla doldurup taşırıyordu. Bu açıdan Nietzsche’nin, kitabından kitabına, bütün bir külliyatı boyunca kendi konu ve buna mukabil sorunlarını keşfettiğini de pek tabii söyleyebiliriz. Kendine has tekrarının farkını, yani tekrarındaki farkı olumlayan ...

Duyguları ele alışı söz konusu olduğunda, Spinoza’nın çokça eleştiriye maruz kaldığını biliyoruz. Genel kanının aksine Spinoza, duyguların rasyonel bir temeli olduğunu düşünüyordu. Yani duyguların da pek tabii anlaşılabilir, açık bir nedeni olduğuna inanıyordu, yeter ki anlamayı deneyelim. Ona kalırsa, hiçbir duygu –evet, hiçbir duygu– öyle kendi kendine doğamazdı. Kendinde ve kendi için bir duygu yoktu. Her duygu, o duyguyu taşıyan insanla, o insanın gücü ve güçsüzlüğüyle yakinen ilgiliydi. Duygular, rastgele oluşan şeyler değildi. Onlar bizim başımıza gelen şeyler o...