İstikrarsız Beden, Taştan Tarla

Görünmez Kentler’in[1] Diomira’sına gelen gezgin, şehrin bütün güzelliklerine, tüm yolculukları sırasında karşılaştıklarıyla aşinadır. Aşinalığın getirdiği tanışık olma hissi, aynı akşamı daha önce yaşadığını ve o kez mutlu olduğunu anımsayan biriyle şehirde karşılaştığı an bozulur. Tanışıklık, yerini huzursuz (kitapta kıskançlık olarak geçer) bir hisse bırakır. Duygular arasındaki bu geçişi ortaya çıkaran tetikleyicinin ne olabileceğine dair düşünmek bana kalırsa oldukça ilgi çekici.

Bende canlanan şekliyle gezgin, şehrin bir sakini olan anımsayan kişi karşısında, deneyimleyenden izleyici konumuna gelir. Anımsayan kişi, anılarındaki fragmanları Diomira’nın içinden çeker; şehri parçalara ayırır ve bu parçalarla zihninde başka bir metropolis kurar. Juhani Pallasmaa’nın kelimeleriyle: “Çağrışım ve anılardan oluşan devasa bir şehri hiç durmadan kurarız ve gezdiğimiz tüm şehirler zihindeki metropolisin birer bölgesidir”, “hatıramdaki şehirde, sokağın güneşli tarafında mı, yoksa gölgeli tarafında mı yürümek istediğimi bile seçebilirim.”[2] Gezgin, anımsayanın “Diomira”sına gitmek için çıkacağı tüm yolculukların başarısızlıkla sonuçlanacağını en çok kendi bilir.

Anımsayan kişi, zihninden bedenine döndüğünde, bedenini çevrelemesine izin verdiği şehrine de döner. Gezginin ise dönülen evi, bedenidir. Buradan yola çıkarak gezginin, çağrışım ve anılarla inşa ettiği zihnindeki metropolisin fragmanlarını, şehirlerden değil de bedeninden ve bedeninin deneyimlerinden yola çıkarak oluşturacağına dair bir fikre kapılıyorum. O zaman belki de fragmanlarla oluşturduğu bütüne artık metropolis dememek daha doğru olabilir. Bunu düşünmek beni Andrew Wyeth’ın Breakup’ına götürüyor.

Bir otoportre çalışması olan Breakup, parçalardan meydana gelir. Bu parçaların birçoğunun “bütün”den -bütünden bahsetmek, aynı zamanda insancıl sınırlardan ve tanımlardan söz etmeyi beraberinde getiriyor sanırım- ayrılma nedenlerini ve biçimlerini tahayyül etmek aslında çok güç olmasa gerek. Parçalanan buz kütleleri, zamanı bölmek için kullandığımız mevsimlerin birinden diğerine geçişi anlatır. Buz parçaları, önceden üzerini örttüğü her şeyi, kendisiyle birlikte parçalara ayırır. Kışın donmuş olan bir kısım yerkürenin, katmanlarına yapılan bir otopsi karşımızda duran. Olay mahalli ise doğa.

 

Breakup, Andrew Wyeth, 1994

 

Andrew Wyeth, olağan bir doğa tasvirinin, anlaşılamaz büyüleyici deneyiminin, alışılageldik akışında; kendini, bir buz kütlesine saplanmış olarak, bir çift el ile ifade eder. Olağan akış değişir. Resmedilen yer, T.S. Eliot’ın Çorak Ülkesi’ndeki unutkan karla beslenen yeryüzüne dönüşmüş gibidir: “Hangi köklerdir kavrayan, bu taş döküntüsünü; hangi dallar fışkırır ondan?”[3] Kendini taşlaştırarak, garip, anıtsal bir yaratım ortaya koyar. Bir yandan da buna tezat şekilde, nehrin üzerinde eriyen bir buz kütlesinin sağladığı geçici ve kaygan zeminde konumlandırdığı “taşlaşmış döküntüye” atadığı hareket kabiliyetiyle, anıt fikrini bir şekilde yıkıma uğratır. Yıkım, karda bırakılan parmak izlerinde karşılığını bulur. Bedeninin insancıl bütünlüğü karşısında başlattığı yapıbozum, bu izlerde sonuca varır.

Wyeth’ın Tiresias’ı da iki hayat arasında çırpınır ve kör olmasına rağmen, kışın bahara karıştığı o aradalıkta, mor bir zaman akışı içinde, görebilir.[4] Eller, hem topraktan dirilen hem de kendinde ve mor akışın yarattığı çatlaklarda filizlendirecek olandır. Aslında burada öne sürdüğüm şey; karın altındaki nehrin sularından, ellerin bağlı olduğu, onu “tamamlayacak” bir uzantının saklanmadığıdır.

Bütün olmanın getirdiği sınırlardan özgürleşen, evrenin nüfuz etmesi için kendini açan istikrarsız bir beden bahsettiğim. Emanuele Coccia’nın Bitkilerin Yaşamı: Bir Karışım Metafiziği’nde[5] çiçekler için kullandığı istikrarsız beden tanımında olduğu gibi, kendini mülksüzleştiren, yabancı, kendine bağışık bir organizma karşımızda duran.

Svetlana Boym, Nostaljinin Geleceği’nde: “Yeniden kurucu nostaljide vurgu “nostos”adır ve yitirilmiş evi yeniden inşa etmeyi ve hafızadaki açıkları kapatmayı vaat eder. Düşünsel nostalji ise “algia”ya, özlem ve yitirmeye, hatırlamanın kusurlu sürecine yoğunlaşır,” der.[6] İstikrarsız bedende, yitirmenin kendisinin odakta olduğunu söylemek veya yitirmiş olduğu beden, yer, coğrafya üzerine yeniden kurucu bir yaklaşımı okumak oldukça güç bana kalırsa.

Herhangi bir bedene ve coğrafyaya ait olmayı reddeden, cinsiyet mefhumundan arınmış; görmenin baskıcı, ayrıcalıklı ve uzaklık oluşturan yapısından sıyrılmış; dokunmanın başka türlü bir görme biçimine dönüştüğü; budanan gözlerin bahşettiği karanlık sayesinde düşü kendi gerçekliğine dönüştüren istikrarsızlık, nostaljik bir yitirme duygusunu da dışarıda bırakıyor. Bir yere dönme eylemi ve bu eylemin neden olduğu her durum -Diomira’nın gezgininde olduğu gibi- bir huzursuzluk kaynağıdır istikrarsız beden için.

Ayrıldığı bütün için önemsizdir artık. Önemsizliğiyle ötekileşir ve tamamlanmamışlığın peşinden giderek, geçiciliğin muğlaklığı içinde dönüşen şeylerle birlik olur. Herhangi bir hakikatin parçası olma zorunluluğu duymadan, farklı birliktelikler tahayyülünün kurucusudur artık.


[1] Italo Calvino, Görünmez Kentler. YKY, 2014.
[2] Juhani Pallasmaa, Tenin Gözleri. YEM Yayın, 2011.
[3] T.S. Eliot, Çorak Ülke. Yaba Yayınları, 2011.
[4] “Ben Tiresias, iki hayat arasında çırpınan,
Sarkık kadın göğüslü ihtiyar adam
Kör olmama rağmen,
Görebiliyorum mor saatte”
T.S. Eliot, Çorak Ülke; içinde, Enis Batur, Modernizmin Serüveni. Sel Yayıncılık, 2015, syf 277.
[5] Emanuele Coccia, Bitkilerin Yaşamı: Bir Karışım Metafiziği. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2021.
[6] Svetlana Boym, Nostaljinin Geleceği. Metis Yayınları, 2009.

Kapak Görseli: İlke Zeyfeoğlu, 2021.
Görsel 2: Andrew Wyeth, 1994, https://www.bonhams.com/auctions/23275/lot/21/

İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu mimar. Akademisyen olarak araştırmalarını ve üretimlerini sürdürüyor. Yerküre ve türler arasındaki etkileşim, hafıza, sınır gibi bağlamları; şehirler ve [öteki] coğrafyalar üzerinden çalışmalarına dahil etti.

Yoruma yanıt