
Deleuze ve Virtüel
Gilles Deleuze, virtüel kavramını özel bir anlamda kullanıyordu. Bu anlam, öncelikle “potansiyel” kavramının anlamından tamamen farklı, hatta ona zıttır. Potansiyel, mantıksal mümkünatı temel alan bir kavram. Yani potansiyel kavramının perspektifinden her şey “mümkün”, her şey zira potansiyel, son kertede “mümkünat dahinde olan” demek. Yani belirsiz bir mümkünlüğe referans veriyor ister istemez. Örneğin unicorn diye bir şeyin olması mümkün. Böyle bir “şey”in varlığı yadsınamıyor, yalnızca “şimdilik” var olmadığı belirtilebiliyor. İşte bu yadsınamazlık, potansiyelin kendisi. Onun özü, nüvesi.
Potansiyelin hareketi bütünü kapsıyor. O yüzden belirli bir şeyle değil belirsiz bir toplamla, basitçe her şeyle tanımlanıyor. Kimse güneşin yarın doğmayacağından emin olamıyor çünkü bu “imkân dahilinde” yani potansiyel olarak verili. Bu anlamda potansiyel, boş bir genelliğin sanal hâlini imliyor denebilir. Virtüel ise (Deleuze’ün kullanmayı sevdiği bir tabirle) farklı bir şekilde “çalışıyor”. Virtüel, edimsele karşıt bir belirlenim değil. Potansiyel, “gerçek”ten tamamen ayrı bir varoluşu haiz olması itibarıyla “gerçekleşmeme” ihtimalini içerisinde barındırıyor. Virtüel ise edimselden ayrı bir varlığa hiç mi hiç sahip değil. Virtüelin perspektifinden herkes ve her şey çok, bu çokluk ise edimselde zuhur ediyor. Diyelim ki edimsel, virtüele şeffaf birçok göbek bağıyla bağlı.
Edimsel olan her şeyin virtüel bir boyutu var. Ve tabii ki virtüel olan her şey sürekli edimselleşiyor.[1] Ama bu, içkinci bir potansiyellik de pek tabii değil. Bunun nedeni, potansiyel kavramının hâlihazırda aşkınsal ve tümel bir belirlenim olması. Virtüel ise tikel bir belirlenim. Belirli bir “şey”in –kavramsal bir tuzağa düşmeyi göze alalım– potansiyelini imliyor. O hâlde şöyle denebilir: Her şeyin, salt varolması itibarıyla, virtüel bir tarafı var. Edimsel taraf, bu virtüel boyut tarafından koşullanıyor. Potansiyel boş bir “genelleme”, virtüel ise edimselde “özelleşen” bir hareket. Bu anlamda virtüel, varlığın sanallığının içkinleştirilmesi girişimini ifade eder. “Ne olacağı belli” hiçbir şey yok, her şey –buna en iyi örnek “evrim”dir belki– ölçülemez bir zamanın, aion’un halesiyle kaplı hâlde değişime, dönüşüme tabi.
Bu bağlamda “özgür irade” de “mutlak potansiyel” gibi içi (ve tabii dışı) boş bir kavram. Virtüelin zorunlu olarak edimsel bir parçasının olması, edimselin “zorunluluk”la var olduğu anlamına gelmiyor. Bu anlamda virtüel, Schopenhauercu iradeye, şeylerin hareket rotasını ve tarzını belirleyen kontrolsüz ve kötücül “itici kuvvet”e denk değil. Özgür irade, zaten ancak eyleyen odak “tek” ise ben ile ben eşit ise yani failin çoklukta değil, teklikte kavranmasıyla mümkün ve anlaşılır bir kavram. Dolayısıyla, kendiyle eşitlik arz ve ima eden “benlik” kavramı olmaksızın da tam anlamıyla bir hiç. Virtüel ise bir “ben”i tanımıyor. Virtüelin hâkimiyetinde kendiyle eşit, kendine denk, kendinden müstakil ve dışa kapalı hiçbir fail yok. Fail, bu anlamda –ki bu Nietzscheci bir kavramsallaştırmadır aslen– fiilden ibaret. Fiilin evi ya da “taşıyıcı”sı da sürekli etkilenim ve dolayısıyla başkalaşım hâlindeki Spinozacı beden (tıpkı –Deleuze’ün çok sevdiği– Francis Bacon’ın triptiklerinden biri olan “Studies from the Human Body”de –temsil edilmektense– olduğu hâliyle, tüm “formsuz”luğunda yansıtıldığı gibi…). Fiil ise edimseli kuran şey, diyelim ki bir burç olarak edimselin ana bileşeni ve her yönüyle “diğer fiil”lere bağlı (Deleuze’ün –Duns Scotus’tan ilhamla– evreni bir “çoksesli tekillik”, bir “çoklu tekanlamlılık” olarak görmesi boşuna değil). Virtüel, yalnızca fiilin çoklu yörüngelerinin bir kozası. Edimsel ise bir kelebek. Virtüel sürekli beslenen, asla enerji yitirmeyen, termodinamik değil organik bir “potansiyel kümesi”yse ki öyle, edimsel de bu kümenin şu ya da bu elemanı, sürekli çeşitlenen bir toplamın bir (diğer) çeşitlemesi. Deleuze pek tabii şöyle de diyebilirdi: “Hepimiz karşılaşmalarımızdan mülhem bir varyasyonuz.”
Öte yandan anlaşılacağı üzere, potansiyel olan her şeyin “er ya da geç” gerçekleşeceği düşüncesiyle de virtüelden kaçmak mümkün değil. Bu nafile bir çaba. Kavramın içeriğine de aykırı. Potansiyel salt potansiyel olan ve kalan bir öze de sahipse, “gerçekleşen şey”in potansiyelle ne ilgisi olabilir ki? Olamaz. Zaten mesele de bu. Bu açıdan virtüelin potansiyele karşıt olduğu bile söylenemez. Potansiyel düşüncesi virtüeli barındırmaz, virtüel de potansiyeli anlamsızlaştıran zira gereksizleştiren bir kuvvettir. Her şey gerçekleşebilir değilse, gerçeklik ancak gerçekleşen kadarsa, gerçeklik kendini mevcudiyetine bağlı sanal boyutunca kuruyorsa, kısacası ve özetle hâlihazırda ve hep virtüelse, “gerçekleşebilir”in düşüncesine bir ihtiyaç duyulmaz. Potansiyel mantıksal mümkünata dayanır, virtüel ise dirimselci bir sanallığı baz alır. Deleuze bir pragmatistse ki öyledir, yalnızca bu kavramın bağlamında pragmatisttir. (Boş) potansiyel onun ilgisini çekmez. Deleuze gibi bir pragmatistin sorusu “Ne işe yarar?”dan çok “Nasıl çalışabilir?”dir; sorularını zamansız öze değil zamansal işleve göre formüle eder.
Her hâlükarda bu iki kavram yani virtüel ile potansiyel arasındaki fark şudur: Edimsel her şey “virtüelden”dir, potansiyel ise edimselin üstündedir (ya da –Aristoteles ve benzeri filozoflarca– öyle düşünülür). Potansiyel muhayyel ve muallak bir varlık, bir hülya olarak kalabilir. Virtüel ise her daim özgül ve muayyendir, “ele gelir”. Potansiyel “gerçekleşme”se de olur, edimsel ise ancak virtüelle gerçekleşir. Belki de bu anlamda aktüelizasyonu virtüelizasyonun çıktısı olarak görmek gerek. Bu, (zamana tabi olmama anlamında) süreksiz bir süreç. Bütün bu süreç ise içkin bir düzlemde, “içkinlik düzlemi”nde gerçekleşiyor.[2] Bu düzlemin oluşa tabi varlığının veçheleri ise edimsel ile virtüel oluyor ve kalıyor. Bir kum saatini değil, dev bir dalgayı model olarak alan bir düzlem bu. Eninde sonunda tükenen değil sürekli akan bir enerjisi sahası diyelim. Virtüel kendini tüketerek aktüelize olmuyor; virtüelin bir sonu yok zira, başı sonu belli değil. Edimsel, virtüelin reel hareketi. Bir başkalaşımı. Deri değiştirişi. Ve belki yara sarışı. Evren bir evrim, bir “yaratıcı tekâmül” hâlini alıyor böylece. Sürekli “yeni”ye açık oluyor. İşte virtüelin kendisi, bu açıklık. Teoremden probleme: Açıkla açık olmak, virtüele inanmak…
[1] Gilles Deleuze, “Edimsel ve Virtüel”, çev. Hakan Yücefer, Gilles Deleuze: Ortadan Başlamak (Kış, 2016), 15.
[2] Gilles Deleuze, Pure Immanence: Essays on A Life, çev. Anne Boyman (New York: Zone Books, 2002), 26.
Kapak Görseli: Jean-Jacques Lebel “Gilles Deleuze in Big Sur” (1975)