Bir Dönemin Önemli Tanığı: Candida Höfer’in Almanya’daki Türkler Serisi
Genel anlamıyla göç, insanın doğası gereği içinde bulunduğu koşullardan daha iyisine ulaşmak için bulundukları yerden başka bir yere gidip yerleşik olarak yaşamaya başlaması olarak tarif edilebilir. Sanayileşmeyle birlikte çok katmanlı ve karmaşık bir kavram haline gelen göç, 19. yüzyılın sonlarında Batı’da endüstrileşmiş şehirlerin artmasıyla ve buna paralel olarak ulaşım ağlarının zenginleşmesiyle farklı dinamikleri olan bir kavram haline gelmiştir. Almanya hem nasyonal sosyalizmin hem de İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkımın ardından küllerinden doğmak, endüstriyel üretime hız vermek için yabancı iş gücüne ihtiyaç duymuştur. Savaş sonrası karşılaştığı iş gücü açığını kendi iç dinamikleriyle kapatamadığı için de Almanlar tarafından sonrasında Gasterbeiter (misafir işçi) olarak tanımlanacak “emek gücü” ithal etmiştir. Almanya, ekonomi ve sanayi alanlarında hedeflediği yapısal kalkınmaya ulaşabilmek için İtalya (1955), İspanya (1960), Yunanistan (1960), Türkiye (1961), Portekiz (1964), Tunus (1965) ve Yugoslavya (1969) gibi ülkelerle çeşitli işçi protokolleri imzalayıp yürürlüğe koyarak başat emek gücünü oluşturmaya çalışmıştır.[1] 1970’den önce Alman yetkililer ve işverenler işgücü alımının “kalıcı olmadıklarını” düşünüyorlardı. Ekonomik olarak problemli ülkelerden gelen işçiler de Avrupa’da yeterli miktarda para kazandıktan sonra ülkelerine geri döneceklerine inanıyordu. Fakat uluslararası petrol krizi, Almanya’nın “ekonomi mucizesi” olarak tasavvur ettiği programı resmi olarak durma noktasına getirdiğinden işçiler planladıkları gibi ülkelerine geri dönemediler. Her şeyden önce Türk misafir işçiler burada kaldı ve diğer aile üyelerini de getirmek için oturma vizesi almaya başladılar. 1970’lerin ortalarına gelindiğinde Türkler, Batı Almanya’da yaşayan diğer tüm yabancılardan sayıca daha fazlaydı. Bu durum Gasterbeiter teriminin zamanla Türk misafir işçilerle sıklıkla ilişkilendirilmesine neden olmuştur.
Hiç şüphe yok ki Almanya’daki Türk işçiler bu hakim emek yoğun göçün temel parçalarından birisiydi. Alman fotoğraf sanatçısı Candida Höfer, işçi göçleriyle değişen Köln ve Batı Almanya’nın karmaşık kültürel ve sosyal atmosferini yansıtmak için farklı kültürel özellikleriyle dikkat çeken Türk işçileri evlerinde, dükkanlarında, pazar yerlerinde ve parklardaki deneyimlerini Türken in Deutschland (Almanyadaki Türkler, 1972-79) serisiyle belgeleyen ilk kişi oldu. Sosyal ve kültürel ihtiyaçları düşünülmeden endüstrileşmiş bölgelere yerleştirilen Türklerin ihtiyaçları dikkate alınmadığı gibi, yaşamakta olan toplumsal bir aktör olarak kamusal mekânlardaki görünürlükleri de yoktu.
Uzun yılar Almanya’da yaşamış yazar, kabare sanatçısı ve sağlık çalışanı Şinasi Dikmen’in 1983 yılında çıkardığı Hast du das Foto gesehen? (Fotoğrafı Gördün Mü?) isimli kısa öyküsünde, “Almanya’nın şehirlerinde ve köylerinde pek çok yerde çalıştım. Alman fotoğraf dükkanlarında sergilenen ne bir Türk fotoğrafı gördüm ne de duydum! Ne zaman bir fotoğrafçı dükkanının önünden geçsem kendime Almanlar bizi neden görmek istemiyorlar diye sordum,”[2] şeklinde ifade ettiği gibi yaşadıkları yerlerde hayaletsi bir gerçekliğin parçasına dönüşmüşlerdi. Öyle ki “işçi bekliyorduk, insanlar geldi” deyişi ile ün salmış Alman yazar Max Frisch aslında Almanya’nın bu dönemki politikalarını özetler nitelikteydi. Kamusal alanda görünmezliğin böylesi yoğun olduğu bir atmosferde Höfer’in, “Almanya’daki Türkler” serisi azınlık bir grup hakkında farkındalık yaratması ve entegrasyon için diyalog kurmaya çalışması bakımından oldukça önem taşımaktadır. Alman medyasının göçmen işçilere yönelik stereotip görsellerinin aksine Höfer’in fotoğrafları, kendine ait anlamlar dünyası olan ve hızla büyüyen bir nüfusu paylaşmaktaydı. Höfer, tam olarak ana akım medya üreticilerinin gizlemeyi amaçladığı dezavantajı grubun kamusal ve özel alan deneyimlerini, anlık fotoğraflar çekmenin ötesine taşıyarak, kendi zayıf yansımasını da bazen işin içine dahil ederek, alternatif bir sanatsal temsil biçimi yaratmıştır.
1944 yılında Eberswalde, Brandenburg’ta doğan Höfer, sanat kariyerine 1964-1968 yılında Köln Güzel Sanatlar ve Uygulamalı Sanatlar Akademisinde başladı. 1970-1972 yıllarında Hamburg’ta fotoğrafçı ve aktör Werner Bokelberg ile iki yıl çalıştıktan sonra 1972’de Köln’e geri döndü. İki yıllık aradan sonra Höfler, Köln’de Türk işçilerin artan nüfuslarını fark etti ve yaşam biçimlerini merak etmeye başladı. Böylece kariyerine dünya çapında ün kazandıracak ve yaklaşık yedi yıl sürecek çeşitli formatlarda, hem renkli hem de siyah-beyaz çektiği fotoğraf serisine başlamış oldu. Höfer, bu süreçte Köln ve Batı Almanya’daki Türk işçilerle tanışmaya başladı. Türk işçileri sokaklarda, parklarda, kafelerde, dükkanlarda hatta evlerinde fotoğraflamak için izin istedi. Höfer Türken in Deutschland başladıktan bir yıl sonra Düsseldorf’un köklü sanat okulu Kunstakademie’ye başladı. Burada film çalışmalarıyla ilgili dersler veren Ole John ile tanıştı ve bu serisine film çalışmalarını da eklemesi için Höfer’i cesaretlendirdi.[3] Böylece bir döneme tanıklık eden ve ışık tutan çalışmalarını sadece fotoğraflamakla kalmadı aynı zamanda renkli slayt gösterileriyle savaş sonrası baskın Alman kültürü karşısında Türk göçmenlerin kültürel çatışmasını da yansıtabildi. Sanatçının bu serisiyle Türk göçmenleri yeni bir kamusal söylemle görünür kılmaya çalışması, 1970’lerin görsel kültürüne avangard bir estetik alan açmıştır.
[1] Can Ünver (2003), “Almanya’ya Türk İşgücü Göçü: Geçmişten Geleceğe Sorunlar, İmkanlar ve Fırsatlar”, Journal of Social Policy Conferences, sayı. 45, s.189-190.
[2] Amy A. DaPonte, “Candida Höfer’s Türken in Deutschland as Counter-publicity”, Erişim: http://artjournal.collegeart.org/?p=7992#fn-7992-11, Erişim Tarihi: 02.05.2022.
[3] Amy A. DaPonte (2014), Critical Publicity: Candida Höfer’s Public Space Photographs, 1968-Present, Yayımlanmamış Doktora Tezi, s.91-92.
Kapak Görseli: Candida Höfer, Untitled from Türken in Deutschland 1979, color slide projection, 80 slides, approx. 7 minutes, dimensions variable (artwork © Candida Höfer, Köln/VG Bild-Kunst, Bonn 2016)