Atıl Olan, Kent ve Diğer Şeyler
Sanayileşmenin sonrasında kontrolsüzce gelişen, yaşanan ekonomik ve sosyal faktörlerle birlikte gittikçe kalabalıklaşan kentler, günümüzde çarpık, aşırı ve dengesiz kentleşme sonucu bugünkü halini aldı. Kentlerin günümüzde büründüğü bu profil karmaşık ve değişken fiziki koşullar yaratmakla beraber, kentin makro formunun ve bütününün bozulmasına da neden oldu. Küresel boyutta özellikle modernleşmenin katalizör görevi gördüğü parçalı ve plansız kentsel dönüşüm, kent merkezlerinde ve çeperinde atıl alanlar yarattı. Çoğu zaman kendiliğinden gerçekleşen dönüşümün yarattığı bu atıl kalmış parsellerin kent estetiğine verdiği zarar kolayca fark ediliyor.
Atıl alan kavramı, farklı kaynaklarda genel olarak ”vacant land, blank space, dead zone” şeklinde karşımıza çıkıyor. Literatür taraması sonucu ortaya çıkan bu tanımlamalar ışığında atıl alanları yapılaşmanın olmadığı, kent mekanların bütünlüğünü bozan, kentlerin tarihi, eski ve sanayi bölgelerinde sık sık karşılaştığımız, belirli bir düzene bağlı olmayan ve tasarlananın arka yüzünü gösteren hayalet mekanlar olarak tasvir etmek pekala mümkün.
Plansız gelişim, yeni yerleşim alanlarının ortaya çıkması ve plan değişiklikleri gibi çeşitli dinamikler silsilesi ile kentlerde ortaya çıkan atıl alanların kamusal alan olarak yeniden ele alınması ve dönüştürülmesi; kentte yaşayanların yaşam kalitesini artırma konusunda büyük önem taşıyor. Bu bağlamda atıl kentsel alanların arka planında var olan potansiyelin ortaya çıkması; mimar, peyzaj mimarı ve şehir plancılarının multidisipliner çalışması ve konuyu doğru bir yaklaşımla ele alması ile mümkün oluyor. Evinin yakınında, kısıtlı sayıda kullanıcının yer aldığı kamusal alanlarda rekreatif faaliyetlerde bulunmak isteyen kent kullanıcısı, beklentisinin tam aksine sokaklarda kimliksiz ve kullanıma elverişsiz alanlarla karşılaşıyor. Bu durumda atıl alanların yeniden canlandırılması, kent kullanıcısının rekreatif ihtiyaçlarını karşılar niteliğe sahip kentsel açık alanlara duyduğu ihtiyacı karşılamak konusunda başrolü alıyor.
Günümüz kent hayatında azalan mobilite, bizlere kent merkezlerinin ne denli tekinsiz ve tehlike teşkil ettiğini gösterirken; rekreatif ihtiyaçlarımızı karşılayabileceğimiz kentsel mekanlara büyük ölçüde ihtiyacımız olduğu gerçeğiyle de yüzleştirdi. Salgın süresince kalabalığa karışmak istemeyen ve aynı zamanda rekreasyonel aktivitelerini gerçekleştirmek isteyen kent kullanıcısının ihtiyacını karşılamak, atıl alanların kentsel açık alanlar olarak değerlendirilmesi ile mümkün gibi görünüyor. Özellikle gün içerisinde yoğun kullanıcı sirkülasyonunun olduğu büyük ölçekli ve geleneksel anlayışa sahip kent parkları yerine atıl alanlardan kentsel açık alanlara dönüştürülen küçük ölçekte konumlandırılmış alanlar, sosyal mesafeyi koruyabilmemiz açısından kent kullanıcısına kolaylık sağlayacak nitelikte. Özellikle tasarlanan alanların dönüşümlü bir etkinlik alanı çizgisinde tasarlanması, atıl alanların kent kurgusunda sağlıklı ve sürekliliği olan bir rol kazanmasında büyük önem taşıyor. Ayrıca bu fikir farklı etkinlik alanlarına sağlanan maliyeti de ortadan kaldırıyor.
Küçük ölçeklerde yer alan kentsel boşlukların kamusal açık alan olarak kullanıcılara kazandırılmasının yanı sıra gereksiz altyapılardan dolayı oluşan atıl alanların dönüşümü için örnek gösterilebilecek özverili çalışmalar da mevcut. Özellikle “High Line” yakın tarih skalasında ön sıralarda yer bulan projelerden biri. New York’ta Manhatttan’ın Batı Yakası’nda yer alan bu kamusal alan, yeşili kent ile buluşturan özverili çalışmaların bir sonucu. Önceleri kullanıma kapalı olan, strüktürün paslı raylardan oluştuğu ve zamanla yer yer yıkıma uğrayan bu çelik yapı; kalp damarlarını saran yabani bitkilerden ve hayalet görüntüsünden kurtularak nefes alan dinamik bir park haline geliyor. 500’den fazla bitki türüne ev sahipliği yapan High Line, kullanıcılara tanımsız alanlarda farklı rekreatif aktivite imkanı sunmasının yanı sıra çeşitli sergilere ve performanslara ev sahipliği yaparak sanatseverleri de müdavimi haline getiriyor. Kısacası High Line; kullanılmayan veya atıl durumda olan alanların, şehre yeşil olarak kazandırılması sonucunda kentsel dönüşüm kavramını kentin süregelen formu ile barıştıran özgün bir çözüm. Özellikle projenin kent formu ile yakaladığı bu uyum, küçük ölçeklerde yer alan kentsel boşlukların dönüşüm süreci için rehber niteliğinde.
İşlevini yitirmiş, kullanılamaz hale gelen parsellere sanayi bölgelerinde de rastlamak pekala mümkün. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin Michigan eyaletinde yer alan Detroit kenti; atıl kalmış kimliksiz parselleri, kentin nefes alan noktaları haline getirme konusunda örnek gösterilebilecek bir kent. Yaşanan ekonomik sorunlar nedeniyle kent endüstri alanlarını kapatmış ve bu yerleşimde yaşayan kentlilerin evlerini terk etmesiyle birlikte yavaş yavaş kan kaybetmiştir. Bu nedenle şehirde terk edilmiş kimliksiz-bakımsız parseller ortaya çıkmıştır.
Kentin terk edilmiş, donanımsız ve kimliksiz noktaları olarak görülen bu parseller, mikro ölçekli peyzaj temelli stratejiler doğrultusunda ortaya koyulan projeler sayesinde zamanla kentsel yaşantıya canlılık katan ve nefes aldıran yeşil parseller halini almıştır. Kentten izole olmayan, kent kurgusuna sağlıklı bir biçimde işlenen bu yeşil parseller; görsel çekiliciği artırmasının yanı sıra, kent kullanıcısına rekreatif faaliyetler için de ev sahipliği yapıyor. Bu gibi çözümlerin evlerimize yakın kimliksiz ve atıl kalmış alanlara peyzaj ile harmanlanarak uyarlanması, bilinçsiz dönüşümün kent formunda yarattığı dekompresyona çözüm bulabilecek ve kent kullanıcısını yeşil ile asgari düzeyde de olsa kolayca buluşturabilecek nitelikte.
Atıl kalmış alanların dönüşümünü daha küçük ölçeklerde yer alan kentsel boşluklar üzerinden incelediğimizde, kentsel boşlukların yapılı çevre ile ilişkisinde uyumu yakalamaya ve kentsel boşluklara kimlik kazandırmaya yönelik olarak yapılan çözümlemeler ön plana çıkıyor. Tarih sayfaları irdelendiğinde, atıllaşan kent mekanına kimlik kazandırma çabası; II. Dünya Savaşı sonrasında Amsterdam’da ortaya çıkan atıl alanların kamusal açık alanlara dönüşmesi fikri ile hız kazandığı gözlemlenebilir. Savaş sonrasında kentte meydana gelen tahribatı ortadan kaldırmak isteyen Amsterdam Kentsel Gelişim Departmanı, oyunu yeni neslin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla çocuk oyun alanları yaratma fikri için kullanıyor. Projenin başına getirilen Hollandalı mimar Aldo van Eyck, geleneksel motifler taşıyan parklar yerine iki bina arasında, otoparklarda ve işlevsiz meydanlarda konumlandırdığı kentsel oyun alanları yaratıyor.
Aldo van Eyck’in ilk tasarladığı oyun alanı olma özelliği taşıyan Bertelmanplein, kentsel boşlukların dönüşümü adına örnek gösterilebilecek bir çalışma. Ayrıca bu çalışma, konut blokları arasında konuşlanmış ve kent formu ile sağlıklı bir uyum yakalamış bir alan niteliğine de sahip. Bertelmanplein sonrasında gelen 730 oyun alanlarından bazıları, pedagojik olarak bilinçli bir tavır içerisinde tasarlanarak savaş sonrası yapı adalarında atıl kalmış parsellerde yer buluyor. Kent kurgusuna kazandırılan bu alanlar çeşitli reaksiyonlar sonucunda ortaya çıkmış ve gün içerisinde kent yaşamında çoğu kez karşılaştığımız kentsel boşlukların arka planında yer alan potansiyeli büyük oranda gözler önüne seriyor.
Özellikle kent yaşamında sık sık karşılaştığımız, evlerimizin etrafında yer alan faaliyetini tamamlamış/tamamlayamamış ve bilinçsiz dönüşümün engellenemez mahsulleri olan atıl alanların; kente sağlam planlar üzerine oturtulmuş kamusal alanlar olarak kazandırılması mühim bir nokta. Multidisipliner çalışmaların özellikle peyzaj ile deneyimlenmesi sonucu atıl kalmış alanların bürüneceği yeşil profil, mahrem sınırlarımızda bir köşeye çekildiğimiz bu günlerde sükse yapan yeşil ve doğa ihtiyacımız için mühim olan bir diğer nokta.
Şekil 1: Yeni açılan kamu parkı; High Line, https://lumieresdelaville.net/high-line-new-york-10-bougies/
Şekil 2: Detroit, https://www.asla.org/2012awards/073.html
Şekil 3: Bertelmanplein, Gemeente Amsterdam Stadsarchief
Kapak Görseli: Zoe Iacovino (MUP ’23)